Delta Yürek

 


Delta Yürek

onunla ben bir baloda tanıştık.
belleri sıkı sıkıya kavrayan
smokinli kolların
üzgarın önünde sürüklenen
siyah kelebekler gibi
uçuştuğu bir baloda.
başım limonata denli hafif
ayaklarım yerden kesik
kadife iskarpinlerim
halının üzerinde kaygan.
minicik çanlar duyulurdu öyle
çan dikenciklerinin konuşması gibi birşey
sonra uzak av borularıyla
içeri giren orman insanları
sonra sakson dilinde bir kırgınlık şarkısı
birbirine değerek ölen kelebekler gibi
çılgınca danseden, tepinen mistik köylüler
nerede iki yürek yanyana gelmişse
onu ayırmaya çalışan
işte birden arkamızı dönüp
nemli orman havasına çıkıyoruz.
ayrık yüreğin şarkısı şimdi
ıssız çılgın yüreğin
bir yüreğin içinden
küçük bir yürek sökülüp atılmış gibi
sokağa atılmış çocuklar gibi bir
yürek öylesine ıssız yapayalnız
kaldırım taşlarına bırakılmış
sulusepken bir kar yağıyor sonra üstüne
yatay beyaz taşlarla
dikey saydam eğrilerin
kesiştiği yerde bir yürek.

evden kaçan bir çocuğun kırmızı çıkını
evden kaçan bir çocuğun kırmızı çıkınına
yerleştirdiği, yerleştirebilidiği herşey işte
minicik bir yastık geceleri başını
yaslayıp ağlayabilmesi için
dallarda dizilen su damlacıkları gibi
başını hıçkırıklarla iki yana sallayarak
ağlayan bir çocuk bacakları ikiye ayrılmış
önünde karanlık bir tehdit gibi uzanan
yolun başında şaşkın
annesinin sesini duyar mı böyle anlarda
ama zaten o annesinden kaçmıyor mudur
içi su dolu mavi bir küre
yuvarlanıp gelen ona
hem sıcak hem soğuk - dünya.
başını kollarının arasına alıp ağla öyleyse
duy inen sürgüleri
birbiri ardına kapanan kapıları
kapıların ardından süzülen fukara yemek kokularını
duy annenin ipek yürekli şarkısını
birşey yapamayan melekler kadar çaresiz
ki ipektendir o şarkılar
köpükler kadar belirsiz
dünya kendine ağlar orada
ve insanoğlu hep yapayalnız
kurtarıcı bir baba'nın yokluğunda.

ışık kararır
akıl yaralanır
seyahat eden hep yabancıdır
rüzgar şeylerin hep içine sızar
otları eğer kayalıklar ve
kayalıkların içindeki yontular
kenarlarının kemirildiğini duyar onunla
derin suları da büker o, buzlar kırılır
insanın insana olan yakarışı
yankılanır kimsesiz mağaralarda
ve aydınlığa çıkmaktan başka
hiçbir şey ummayan o yolcu | yabancı
mağaralarda uğuldayan o çift yönlü
rüzgarı duyar duraklar bir süre
korkunun derin gücünden yaralı, şaşkın
güçlerin önünde kaygılı kayıp
yoluna devam eder yine de.

Lale Müldür



Gemiler Gibi

Gel otur yanıbaşıma, anlat İstanbul 
Sokakların dili yok mu kendince 
Uzan denize karşı, çek sabah dumanını Sarayların sahibi kim kaldı? 
Gemiler gibi dünya 
Gemiler gibi hayat 
Gemiler gibi sevda
Geçip gidiyor, geçip gidiyor 
Gözlerin gibi bir rüya 
Gördüğüm yetmiyor ki 
Kalbim açıkta bir gemi 
Yolculuk bitmiyor 
Gemiler gibi dünya 
Gemiler gibi hayat 
Gemiler gibi yıllar 
Geçip gidiyor, geçip gidiyor 
İçim Galata Kulesi, taş taş üstünde 
Sabahı et gönlünce eteğimde 
Gel otur yanıbaşıma, anlat hallerini Susuşların dili var kendince 
Gemiler gibi dünya 
Gemiler gibi hayat 
Gemiler gibi sevda Geçip gidiyor, geçip gidiyor 
Gözlerin gibi bir rüya 
Gördüğüm yetmiyor ki 
Kalbim açıkta bir gemi 
Yolculuk bitmiyor 
Gemiler gibi dünya 
Gemiler gibi hayat 
Gemiler gibi yıllar 
Geçip gidiyor, geçip gidiyor 



Resim: Venice from the Porch of Madonna della Salute J.M.W. Turner ca.1835 

Şarkı: Ezginin Günlüğü Gemiler Gibi: Söz Müzik: Hüsnü Arkan

Martı




Şimdi, kulübesinin önünde, çardağın altındaki koltuğunda asma kabağı gibi sallanarak geçmişini seyreden yaşlı bir adamım. Her şeye uzaktan bakıyorum. Bir asma kabağının baktığı kadar uzaktan.

İçim boş.

Bence her insan iki kişidir. Birincisi önden gidip yolu açar. Ama belki de kapatır; emin değilim. Öteki bazen irkilerek, korkuyla; bazen de umut ederek onun peşine takılır.

Önümdeki beni buraya getirdi; ya da arkamdaki adımlarımı izledi ve işte sonunda buluştuk. Geçip gitmiş zaman böyle bir şeydir; ayak izleri birbirine karışır. Köpek yaşlanır, susar. Adını seslendiğinizde başını bile kaldırmaz.

Artık önümde biri yok; kimsenin peşinden gitmiyorum. Biz, iki kişi, yıllarca birbirimize bakmaktan, birbirimizi anlamaya çalışmaktan yorulduk.

İşte ilk yalanımı söylüyorum; iyi bir hikâyenin kahramanı başına buyruk olmalı, kalemi tutanın biçtiği role asla sadık kalmamalıdır!

Aslında en başa gidip her şeyi yeniden yaşamayı ve gerçekten başına buyruk olmayı dilerdim ama yazmakla yetinmek zorundayım. Yaşadıklarımı bir kez de böyle yaratmamın ne sakıncası olabilir ki?

Biz ikimiz; ben ve beni izleyen ya da ben ve benim izlediğim adam; anlamsızlığın keşfinden geliyoruz. Gemimiz bir yıkıntı halinde karaya vurdu. Bütün mürettebat öldü; tanığımız yok. Kıç tarafında hâlâ sallanan şey, bir bayrak değil; tayfalardan birinin donu.


Fotoğraf: Doisneau
Yazı: Hüsnü Arkan - Uyku (Tanıtım Bülteni)
Müzik: Ezginin Günlüğü - Martı

Gül Kokuyorsun





gül kokuyorsun bir de
amansız, acımasız kokuyorsun
gittikçe daha keskin kokuyorsun, daha yoğun
dayanılmaz bir şey oluyorsun, biliyorsun
hırçın hırçın, pembe pembe
öfkeli öfkeli gül
gül kokuyorsun nefes nefese.
gül kokuyorsun, amansız kokuyorsun
ve acı ve yiğit ve nasıl gerekiyorsa öyle
sen koktukça düşümde görüyorum onu
düşümde, yani her yerde
yüzü sararmış, titriyor dudakları
şakakları ter içinde
tam alnının altında masmavi iki ateş
iki su
iki deniz bazan
bazan iki damla yaz yağmuru
mermerini emerek dağlarının
şiirler söylüyor gene
ölümünden bu yana yazdığı şiirler
kızaraktan birtakım şiirlere
büyük sular büyük gemileri sever çünkü
ve odur ki büyüklük
şiir insanın içinden dopdolu bir hayat gibi geçerse
o zaman ölünce de şiirler yazar insan
ölünce de yazdıklarını okutur elbet
ve senin böyle amansız gül koktuğun gibi
yaşamanın herbir yerinde.
gül kokuyorsun, amansız kokuyorsun
bu koku dünyayı tutacak nerdeyse
gül, gül! diye bağıracak çocuklar bütün
herkes, hep bir ağızdan: gül!
ve herşeyin üstüne bir gül işlenecek
saçların, alınların, göğüslerin üstüne
yüreklerin üstüne
bembeyaz kemiklerin
mezarsız ölülerin üstüne
kurumuş gözyaşlarının
titreyen kirpiklerin üstüne
kenetlenmiş çenelerin
ağarmış dudakların
unutulmuş çığlıkların üstüne
kederlerin, yasların, sevinçlerin
ve herşeyin üstüne bir gül işlenecek.
bir rüzgar, bir fırtına gibi esecek gül
yıllarca esecek belki
ve ansızın dünyamızı göreceğiz bir sabah
göreceğiz ki
biz dünyamızı gerçekten görmemişiz daha
geceyi, gündüzü, yıldızları
görmemişiz hiç
tanışmaya komamışlar bizi güzelim dünyamızla.
öyleyse dostlar bırakın bu yalnızlıkları
bu umutsuzlukları bırakın kardeşler
göreceksiniz nasıl
güller güller güller dolusu
nasıl gül kokacağız birlikte
amansız, acımasız kokacağız
dayanılmaz kokacağız nefes nefese.
Edip CANSEVER

Resim: Cemil EREN
Müzik: Güz Kumpanyası (Şenlik)

Ankara'da


gül: ben ankara'dayken tire'yi çok özlerdim, biliyor musun?

yusuf: ankara'dayken her yer özlenir.

gül: ben de dönünce hayal kırıklığına uğradım, burayı mı özlemişim diye...
yusuf: neden?

gül: ne bileyim, gençken nasıl görüyorsak artık!

yusuf: sen burayı değil, o eski günleri özlemişsin!


Yumurta - Semih Kaplanoğlu

Deniz Kızı







Denizden yeni mi çıkmıştı, neydi;
Saçları, dudakları
Deniz koktu sabaha kadar;
Yükselip alçalan göğsü deniz gibiydi.

Yoksuldu, biliyorum
-Ama boyna da yoksulluk sözü edilmez ya-
Kulağımın dibinde, yavaş yavaş,
Aşk türküleri söyledi.

Neler görmüş, neler öğrenmişti kim bilir.
Denizle boğaz boğaza geçen hayatında!
Ağ yamamak, ağ atmak, ağ toplamak,
Olta yapmak, yem çıkarmak, kayık temizlemek...
Dikenli balıkları hatırlatmak için
Elleri ellerime değdi.

O gece gördüm, onun gözlerinde gördüm;
Gün ne güzel doğarmış meğer açık denizde!
Onun saçları öğretti bana dalgayı;
Çalkalandım durdum rüyalar içinde.

ORHAN VELİ KANIK

MÜZİK: EZGİNİN GÜNLÜĞÜ (Bahçedeki Sandal)

Resim: Cemil EREN

Bir Garip Evlilik

-durun siz evlenemezsiniz
-neden baba?
-siz kardeşsiniz!
-hayır evlenebilirsiniz!
-neden anne?
-sen bir yasak aşkın meyvesisin yavrum, o senin baban değil
-necla ne yaptın?
-evet fikret elimde değildi, onu sevdim
-o zaman evleniyoruz ferit
-hayır kızım, ben aslında feritin babasıyım siz evlenemezsiniz...
-baba
-oğlum
-ama sen benim babam değilsen o zaman feritin babası olman evlenmemizi engellemez ki?
-ee necla ne diyor bu?
-doğru söylüyor bey
-e verdim gitti o zaman... hatta aldim gitti... yabanciya gitmedi iyi oldu

Leyla




bir sabah çıksam kaybolsam
dönmesem kalsam anılarda
belki bir sevda türküsünde vurulurdum
gel künyemi al dağlardan

aşk nedir söyle kayboldum?
belki bir düşte unutulmak?
her sabah bi dev masalında uyanında
hep çocuk kalmak, kurtulmak

kar yağıyor bu gece
öyle beyaz ki şehir
anlamak bir ömür sürer
hayat niye kirlenir?

karlı bi gece sen buldun
kaldırımlarda kalbimi
al götür rüzgarlara savur hadi durma
ver benim eski yarimi

ben kimim söyle kayboldum?
dönmedim kaldım anılarda
her sabah bir çöl masalında uyanırdım
belki de yanlış bir leyla

EZGİNİN GÜNLÜĞÜ
Söz: Hüsnü ARKAN
Müzik: Nadir GÖKTÜRK

Sabah





yağmur böyle başlar içinde
ince bir sızıya kavuşur yüreğim
geçmiş acıyıp giden ağrı
yeniden ne yerince düşlerine doğru
"kalsın o deniz kızı benle
şafağa kadar öpsün dalgın ellerimi
son bir türkü yüreğimde
seviden ötede zeytinlikler içinde"

haydi uzat ellerini
siliyor kıyılarda su hayat izlerini
dönüyor dünya

kalbin acıya yenilince
yada bir patika çıkınca yoluna
kopmuş bir çiçek onarılmaz
hatırla kuruyan o yeşil çiçeği

"gitme dönemezsin o yoldan
şarkılarda avutmaz kırılır yüreğin
işte gemiler dönüyor bak
eriyor gecenin ateşi"

haydi bak güneş ışıyor
ardıçlar arasından yeni bir türküye
başlıyor dünya
Ezginin Günlüğü

Dargın mıyız




bu sabah uyanırken tam
karşıma çıktın
bu sabah uyanırken tam
kara karaydı gözlerinin akları
kara karaydı gözlerin

dargın mıyız, dargın mıyız, dargın mıyız yoksa, dargın mıyız?
bu sabah uyanırken tam

sana üryani eriği hoşafı yaptım
yanına domatesli pilav yemedin

durdun öyle karşımda mahzun
bana çok uzaklardan baktın
her bahar erguvanlar içinde yaşardık
bu bahar erguvan görmedim desem yeri


şiir: Can YÜCEL
şarkı: Ezginin Günlüğü
foto: ben

Anlamların Ardı






yüreğime attığın çizikleri
bir bir yerleştirdim allayıp pullayıp
cümlelerin altına
anlamların ardına doğru

yüreğime attığın çizikleri
bir bir yerleştirdim allayıp pullayıp
cümlelerin altına
anlamların ardına doğru
sözcükler davullu zurnalı şimdi
çelişmeler el emeği göz nuru

hanidir her düğünle ben,
senden uzaklara gelin
hem ağlar hem giderim
senden....

GÜZ KUMPANYASI

Resim: Gustave Courbet (1819 -1877)

Sarhoş Balık ile Topal Martı







gel yollara düşelim,
sırtında yeditepenin
ardına takılıverip
bir tekir kedinin

gel dillere düşelim
fincana,fala çıkalım
camdan cama bakarak,
bir oyun kuralım

çık denizin,çık yüzüne
buluşalım orda senle
sen zaten sarhoş bir balık
bir topal martı ben de...

in denizin,in yüzüne
buluşalım orda senle
sen zaten topal bir martı
sarhoş bir balık ben de..

gel,dalgaya düşelim
sandalda rakı içelim
bir kötü arkadaş edinip
peşinde uçalım

gel,çocuklara soralım
gel masalları gezelim
en güzel denizi bulup
suyunda yüzelim...

gel denizin,gel yüzüne
buluşalım orda senle
biz yorgun bir kentin
aşık yüzleriyiz senle...

gel denizin gel yüzüne,
buluşalım orda senle...

EZGİNİN GÜNLÜĞÜ



edi
: büdu fenayım galiba hasta oluyorum
büdü
: dur bir nabzını sayayım
edi
: say
büdü
: ha evet, hey edi!
edi
: efendim
büdü: ya senin nabzın atmıyor ya benim saatim durmuş

siti ana: bu nedir?
deli emin: vizontele
siti ana: ne işe yarar?
deli emin: dünyayı evinize getirecek...
siti ana: sebep?

Kabuk Adam



"Size Kabuk Adam'ın öyküsünü anlatacağım, tropik bir adayı, cinayet ve işkencenin, şiddetin bataklığında filizlenen bir aşkı, içinde yetiştiği toprak kadar acı dolu bir aşkı anlatacağım. Çıldırtıcı gücünü sonuna dek yaşanmayan arzulardan, en gizli hayallerden alan bir tutkuyu, ölümle yaşamın sınırında kurulan mucizevi bir dostluğu ve bütün yıkımların nedeni olan korkuyu, insanın en temel özelliği olan korkusunu, alçaklığını, umutsuz yalnızlığını.. Tropiklerde, o gözden ırak adada öğrendim ki, cennetle cehennem iç içedir, ancak bir katil bir peygamber olabilir ve insan bir başkasına, aynı karabüyü ayinlerindeki dönüşebilir, çünkü insanın tam zıddı gene kendisidir."

aslı erdoğan
kabuk adam